GÖRMENİN İKTİDARI

İtalyan siyaset bilimci Giovanni Sartori’nin, “Görmenin İktidarı” adlı kitabının temel savı: yazılı kültürün ürünü olan homo sapiens’in (bilen insan), görüntünün, sesli iktidardan düşmesi ile yerini homo videns’e (gören insan) bırakmış olmasıdır. Sartori’ye göre, televizyon daha önce kullanılan iletişim araçlarının bu devamı değildir. Televizyon sayesinde, görülebilenin anlaşılabilene üstün gelmesi köklü bir değişimin ifadesidir. Bununla birlikte televizon, bireylerin bilme ve anlama yetisini tahrip eden, yeni bir insan tipi yaratan ciddi bir güçtür.

Sartori’nin bu tespitlerinden hareketle, bireylerin ekran ile ilişkisi üzerine yeniden düşünelim. Görüntü; sözcüklere yer bırakmayan, göründüğü gibi algılanan bir gerçekliktir. Oysa ki görüntünün kendiliğinden konuştuğu hiçbir şekilde doğru değildir. Gözle görülen her şeyi görünenden ibaret sanmak, tanımlamak ve dünyaya bu yanılsamanın içerisinden bakmak çoğu zaman bireylerin hakikati gözden kaçırmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda ekranın, görüntüye inanan bireylerin siyasal alanda oy verme davranışından, sosyal ve kültürel alanda tüketim davranışına, günlük hayattaki tercihlerine kadar büyük etkisinin olduğunu söylemek mümkündür.

GÖRÜNTÜNÜN GÜCÜ VE SOSYAL MEDYA

Görsel iletişim konusunda, tarihsel süreç içerisinde, televizyondan sonra bireylerin düşünce ve eylemlerini derinden etkileyen, çeşitli internet ağlarından ve sosyal medyadan bahsetmek gerekir.

Zaman ve mekandan bağımsız olarak, bir ekran üzerinden, kişiler arasında interaktif iletişim imkânı sağlayan sosyal medya, kanaat oluşturma ve gündem belirleme bakımından oldukça önemlidir. Amacına uygun ve doğru şekilde kullanılan sosyal medya ağlarının her alandaki faydası tartışmasızdır. Ancak bununla birlikte, bireylerin, fotoğrafını/videosunu görmediği ya da sosyal medyadan paylaşılmamış olan bir içeriğin gerçek olmadığını düşünmesi, bireysel ve toplumsal anlamda yepyeni sorunların ortaya çıktığına işaret etmektedir.

Homo videns’in (gören insan), ekran üzerinden kurgulanan, inşa edilen görüntüye duyduğu mutlak inancı ve zaman içerisinde oluşan ekran bağımlılığı, bireyleri adeta gösteri dünyasının bir parçası olmaya itmektedir.

Geldiğimiz noktada sosyal medya kullanıcılarının, sahte hesaplar kullanmaları, gerçek dışı fotoğraf/video paylaşmaları ve manipülatif içerikleri dolaşıma sokmaları gibi durumlara sıklıkla karşılaşmaktayız. Yeterince sorgulamadan, düşünmeden, yani gösterilenin arkasındaki asıl anlamı göremeden, boş bir yaşam içerisinde yaşayıp giden bireylerin zamanla yepyeni problemlerle karşılaşacağını görebilmek de şaşırtıcı değildir. Şüphesiz ki bahsettiğimiz bu risklerle mücadeleyi sadece yasal düzlemde sürdürerek başarılı olabilmek mümkün değildir.

Bu noktada bireylerin çocuk yaşlardan itibaren eğitilmesi, bilinçlendirilmesi ve iyi bir medya okur yazarı olmaları sağlanmalıdır.